Pazar, Ekim 09, 2011

yeme içmeye birazcık meraklı biri olsam, sanırım daha az kilo sorunum olurdu. insan diyetteyken bile "şimdi şunu yedim, 45 dakika sonra biraz sunta yiycem, ondan sonra azıcık elma dişliycem," filan diye düşünüyor. ben bu sürekli yemek düşünme işinden biraz yoruluyorum. bilmiyorum, belki benim tembel yaradılışımdandır ama iki saatte hazırlanan bir öğünün on dakikada süpürülmesi bana haksızlık gibi geliyor. "gurmelik" ise apayrı bir mide bulantısı sebebi, "peynirler şöyle erimişti, kremalar böyle akıyordu," gibi cümleler gördüm mü üzerine kusasım var. dünyada bu kadar açlık varken muhabbetine girmiyorum ama o da var yani. bir diğer anlayamadığım şey de, günlük ihtiyacımız çok daha azken porsiyonların neden bu kadar büyüdüğü. neden doymuyoruz? fastfood denen şey işte benim gibi yemekle fazla oyalanmak istemeyen kişiler için icat edilmiş, fakat o da artık amacına hizmet etmenin çok dışında.
şöyle bir yuttuk mu vücudumuzun bütün ihtiyacını karşılayan haplar üretseler (ki bence ellerindeki teknoloji buna yetiyordur) yemin ederim haftasonu içmeleri gibi önemli okazyonlar dışında başka bir şey kullanmam.

Salı, Ekim 04, 2011

allah en büyük kadın düşmanı bence. ayda bir kere insanı kadın olmaktan soğutup bir de fitne sokuyor, iyi çalışıyor yani. bu kadar devasa bir düşmanımız varken ne yapsak boşuna. başım ağrıyor.

(bence allah'ın varlığını yokluğunu tartışmaya pek gerek yok. allah varsa da ben kendisini hiç sevmiyorum. bu kadar.)

Cuma, Eylül 30, 2011

oturma odasında sosis festivali devam etmekteyken, ben burda minik pembe bilgisayarımla takılıp tumblr bloglarını gezdim, kendiminkinin ayarlarlarıyla oynadım, sonra da bütün bunların doğal bir sonucu olarak tırnaklarımı maviye boyadım. (bu noktada ufak bir parantez açarak sheer dokudaki rujları ne kadar seviyorsam, benzer yapıdaki ojelerden o denli nefret ettiğimi belirtmeliyim.)

neyse. bu aralar hayat bana gayet güzel. yağmurmuş, sabah trafiğiymiş gibi dertlerim yok. insanın yatarak icra edebileceği bir mesleğinin olması gibisi yok zaten. (pun intended.) anneme sakın söylemeyin ama, üniversitelerde iş miş aramak gibi bir niyetim yok.

ha bir de, azmedip pilates'ti diyetti kasanlara bir diyeceğim yok da, kendiliğinden zayıf insanlara kılım arkadaşım. bahse girerim içerden benimle hemfikir beş kişi filan bulabilirim.

neyse ben gidiyorum. resistance mı ne oynayacakmışız.

Perşembe, Eylül 29, 2011

farkında mısınız?

tüm eski reklamcılar, hipster'lar filan işi gücü bırakıp kendilerini bebek doğurmaya, diy'a, şekilli kurabiyeler yapıp satmaya filan verdi. ben de mesela şunun gibi blog'ları takip ettikçe bir parça özenmiyor değilim, güzel bir yaşam tarzı valla. ama bu bebeler bir koşmaya, birbirlerinin saçlarını çekmeye başlasınlar da, hala bu kadar mutlu görünüyorlarsa ona göre vereceğim kararımı.

Salı, Temmuz 19, 2011

içimdeki kusma hissi bambaşka.

bugün post rekoru kırmak üzereyim farkındayım, fakat fena halde boş vaktim var ve bilgisayar başında oturmaktan başka seçeneğim yok. bu aralar seçeneklerim kısıtlı hep zaten. mesela devam edecek miyim? kurumsal hayatla ilgili öğrenmekte olduğum bir şey var ise, goygoydan kaçılamadığı. bundan keyif alamıyorsanız vay halinize. ha bir de herkes iyi polis. onlara kalsa bir sakıncası yok, ama işte... bir de bırak kavga etmeyi becermeyi, birine bir kez gıcık kaptınız mı yeniden yüzüne gülmeyi beceremeyenlerdenseniz pek şansınız yok gibi.
ama yani nasıl olacak bu işler hiç bilmiyorum. hem herkesin akarken kesesini doldurmaya baktığı dünyaya uyum sağlayamıyorum, hem de bir köye yerleşip kendi domatesimi salatalığımı yetiştirerek yaşama fikrine alışamıyorum. sanat sanat içindir fikri demode. internette gördüğünüz her şey yalan. kültür sanat gazeteciliği dediğimiz şey var ya, o da beleşçiliğin bir başka formu aslında.

en iyisi boncuktan kolye yapıp satmak.

rakenkok'tan neler öğrendim?

1. bazı kızlar çok güzel. bunu yeni öğrenmedim gerçi. ama kızlara bakmayı oğlanlara bakmaktan daha çok seviyorum. spektaküler açıdan.
2. zayıf olsam yeter aslında. yemek yemeyi bırakmalıyım.
3. daha fazla dövme yaptırmam gerek.
4. günde 28 bardak kola içmek iyi bir şey değil.
5. hayatta kalma becerilerim yerinde. zor şartlar altında gayet uyumlu bir insanım.
6. athena candır.
7. bilmediğim bir yığın travis şarkısı var.
8. hiçbir şeyiniz olmasa da bir 20 faktör güneş kreminiz olsun.
9. festivalde işlerin yolunda gitmesini sağlayan, sürekli kıçımızı toplayan dayılardır, başka biri değil.

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

ofiste klima var nasıl olsa. sabahın serinliğiynen çıkıp akşam serinliğiynen eve döndüm mü sorun yok. sonra da oturur bamyamı yerim. ekşili ekşili. mis.
o değil de buraya bir açık yüzme havuzu yapsalar süper yanılır lan. rüzgar da var, güneş baymaz. beyin yoğurt suyu ama neyse.

Salı, Mart 29, 2011

ha bir de, özellikle de metabolizmamın bu yeni düzene ayak uydurmaya çalıştığı bu günlerde, şikayetçi olduğum bir konu daha var: okul tuvaletleri. pisliği, kalabalıklığı filan değil sorun, kendi banyomun konforunu hiçbir yerde bulamasam da öyle dışarıdaki tuvaletleri kullanamayan biri değilimdir. hatta hijyenik eksikliklere bile bir yere kadar tolerans gösterebilir, gözlerimi kapar vazifemi yaparım. fakat arkadaşım, SOĞUK. biz bu işi yaparken her durumda kıçımız açıkta oluyor. biraz daha özen gösterilemez mi? mesela japonya'da sekiz farklı konumdan su fışkırtan, ısıtmalı, parfüm sıkmalı klozetler varmış. ah şimdi japonya dedim de bir fena oldum. of ya. neyse.

Pazartesi, Mart 28, 2011

başlayalı bir ay oldu olmadı, ama şimdiden ahkam kesmeler gırla.

şeyi merak ediyorum, bu "of çok sıkıcı bir hayatım var" hissi hep devam ediyor mu, yoksa bir süre sonra durumu kanıksayıp bu sıkıcılığı içselleştiriyor mu insan? peki mesela bende telefonları "efendim hocam" diye açıp, kişisel mesajlarımı "iyi çalışmalar" diye bitirecekmişim gibi bir his oluyor, o geçiyor mu?

görünüşe göre sözleşmem bitene kadar kendi kendine çalışabilen disiplinli bir çevirmene dönüşeceğim.

hep uykum var ama ya.
iyi çalışmalar.
bu sabahki gecikmemin sorumlusu bakanlar kurulu ve oldukça akıllı olsa da aklı türk zekasına yetişemeyen telefonumdur. yanı sıra sınav başı verdiğimiz kırkar teleler de yaz saati uygulamasının başlangıç gününe sınav koyan ösym planlama departmanının boğazına dizilsin diyorum. öte yandan zaten gecikmişken üzerime yayılan rahatlama hissinin hastasıyım. böyle de geniş bir insanımdır. it sucks to be my boss. bunu buraya mesai bitimine on dakika kala yazmam da apayrı bir başarı.
başka bir şeyler daha yazacaktım da otosansür uyguladım şimdi kendime.

Cuma, Şubat 25, 2011

bekletirken şundan ikram edeyim size:

bir önceki post'umu yazmamdan iki gün sonra, 2007 yılında buraya yerleştirdiğim bir hazavuzu eserinin twitter ve facebook'ta paylaşılması neticesinde benim mütevazi blog'um ziyaretçi akınına uğramakta. dur bari, biraz bir şeyler yazayım da gelenler bir şeyler görsün hiç olmazsa, misafire ayıp olmasın.

Salı, Şubat 22, 2011

az önce fark ettim ki erişim yasaklarından yırtmak için kullandığımız oynak dns ayarları yüzünden, bir gün burdur'dan, bir gün kocaeli'nden giriyorum internete. orda burda gezinip izimi belli etmemek için işime gelse de, sitemeter filan gibi uygulamaları önemli ölçüde işlevsiz kılıyor bu durum. yani kendi stalker'ımı stalk edemeyeceksem nerede bu işin eğlencesi? her neyse, eğer burayı günde sekiz kere ziyaret etmek gibi bir zevkiniz var ise, bunu gönül rahatlığıyla yapabilirsiniz yani, anlaşılmaz merak etmeyin.

Perşembe, Şubat 25, 2010

böyle sabaha kadar uyumayıp, gündüz vakti birkaç saat uyuyup güne devam edince, sonra arkadaşları eve rakı içmeye gelince filan, hangi gün içinde olduğu bilincini yitiyor insan. ama güzel, uykusuzluk kafasını seviyorum ben zaten. koskocaman bir evde iki kişi yaşamanın verdiği rahatlığı da seviyorum.

bir de isminiz anlamı çok net, cümle içinde kullanılabilecek bir sözcükse eğer, o zaman şarkı dinlerken algıda seçicilik yaşamak kaçınılmaz oluyor. hihih.

bir de yeni türkü'nün hastasıyım yahu.

Salı, Ağustos 25, 2009

internetin yarısına girip diğer yarısına girememek de bizim ülkemize has bir durum olsa gerek.

Pazar, Mayıs 17, 2009

my favorite quote.

"Only kings, presidents, editors, and people with tapeworms have the right to use the editorial 'we.'" — Mark Twain

bu aralar pek başka bir şey düşünemiyorum. yakın zamanda aranıza dönmeyi umuyorum. and i wish i was a person with tapeworms. öperim.

Perşembe, Mart 05, 2009

bizimki de blog mu yani.


the lake room.
adam kardeş yaşıyor. sonra bir de yazıyor. bu adam bizim yaşımızda filan. bir yandan sevgilisinden ayrılıp annesinin evine geri taşınıyor, grandma shirley'sini hastanede ziyaret ediyor, sonra gelsin gossip girl'ler, peaches geldof'lar, paul auster'lar filan. hayat, beni neden yoruyorsun diye soruyor ve ardından adam'cağızıma şu şarkıyı gönderiyorum: henüz üç yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum. kimya dawson'u bile geçtim. kıskanıyorum. kıskanıyorum.

Pazartesi, Şubat 23, 2009

kırmızı halı'yı izlerken o kadar sıkıldım ki, töreni izlemeden yatıyorum. ayrıca son birkaç seferdir buraya bir şeyler yazmaya niyetleniyor, bir ya da iki cümle sonunda vazgeçip siliyorum.
matthew broderick çok mutsuz görünüyordu sjp'nin yanında. brangelina desen bitmiş. en güzel elbise adayım da miley cyrus. of evet çok sıkıldım. iyi geceler bana.

Pazar, Şubat 01, 2009

cevap veriyorum.

merkez betlik hakkında fazla bir şey bilmiyorum. 97 yılında 15 yaşındaydım.

Pazartesi, Ocak 26, 2009

you don't have to be a scientist to do experiments on your own heart.

Pazartesi, Eylül 29, 2008