Cumartesi, Aralık 01, 2007

Cumartesi, Ekim 06, 2007

aydınlık bir cumartesi gününde, tüller çamaşır makinesinde yıkanırken (belki de aydınlık hissinin sebebi budur) ve kendini çalışmaya başlamaya ikna etmeye çabalarken, insanın kendisini morrissey'e vermesi pek hayra alamet olmasa gerektir. bu arada, morrissey'e "morisiii" demek yasaklanmalı. her zaman demokrat bir insan olmak zorunda değilim.

b vitamini istiyorum. b vitamini gelecek dertler bitecek zannediyorum.

otur adam sandler dinle mis gibi halbuki değil mi. işin gücün mü yok?

Perşembe, Eylül 20, 2007

bir bilgisayar programının kendine ait bir müzik zevki olabilir mi? iTunes isimli arkadaşı ne zaman shuffle konumuna getirsem ısrarla aynı parçaları çalıyor. hayır ben de seviyorum balkan müziklerini elbette, aksi takdirde mp3 arşivimde ne işi olurdu, ama programın bu davranışına akıl sır erdiremiyorum. zaman zaman patrick wolf ve boikot dinlemekten hoşlanıyor bir de.

şimdi izninizle, bir karaoke organizasyonunda söylemek istediğim şarkıların listesini yapacağım. buradan yetkililere duyurulur.

suede - can't get enough
velvet underground - walk on the wild side
adam green - hard to be a girl
lily allen - littlest things (hiçbir mesaj kaygısı yok, yalnızca "ay kant şeayk döös memoriiiz" demek istiyorum ingiliz ingiliz.)
green day - dominated love slave (hmm, bunu mümkünse daha samimi bir arkadaş grubu içerisinde söyleyeyim, aksi takdirde başım ciddi belaya girebilir.)
ümit besen - ıslak mendil (bunu yaptım daha önce, evet.)
fiona apple - paper bag
the ditty bops - angel with an attitude
the beatles - lucy in the sky with diamonds
pulp - live bed show
barry manilow - copacabana

şimdilik aklıma gelenler bunlar. zaten tüm bunları repertuarında bulunduran bir mekan bulmak da kolay olmayacaktır muhtemelen. sevgilerimle.

Cumartesi, Ağustos 04, 2007

duvarların dili.

Duvarların boş kalması memnuniyet verici bir durum değildir aslında. Evimiz duvarlarında posterler, fotoğraflar, tablolar asılı olduğu ölçüde kişiselleşir. Eve “yaşanmışlık” kazandırmanın bir yoludur bu.

Evin dışı için de aynı şey geçerli değil midir peki? Sokaklardaki duvarlar, boyalı ve tertemizken mi; yoksa afişler, resimler, karalamalar ve yazılarla donatılmışken mi daha fazla ipucu verirler bulundukları yerde sürmekte olan yaşam hakkında? İpucu vermenin ötesinde, güzel görünme, yaşama renk katma ihtimalleri yok mudur o yazılı çizili duvarların? İnsan neden duvara yazı yazar, başka birisi buna neden izin vermek istemez?

(...)

Küçük çocukların boya kalemlerini resim defteri yerine duvar üzerinde kullanmayı tercih etmeleri ve ailelerin buna verdikleri tepkiler benzetilebilir belki bu duruma. İzin vermek ya da vermemek gibi iki tercih söz konusudur: ya yaşadığınız evi çocuklarınızla paylaştığınızı sonuna kadar kabullenip onlara sonsuz ifade hakkı tanıyacaksınızdır, ya da evde kuralları birinin koyduğunu ve bu kurallara göre istedikleri her şeyi yapmalarının mümkün olmadığını onlara kabul ettireceksinizdir. Kabul ederlerse ederler, etmezlerse etmezler. Kabul etmiş gibi görünüp sizin fark etmediğiniz gizli saklı köşelerde işlerine devam ediyor olmaları ise kuvvetle muhtemeldir.

"gündelik hayat sosyolojisi" dersi için yazdığım graffiti yazısından alındı yukarıdaki satırlar. bir duyurum var. üniversiteyi bitirme projem için pendik'te çalışırken başladığım blog'umu, kapsamı daha geniş bir şey haline getirmeye karar verdim. elbette ki internet üzerindeki bir dolu emsalinden çok büyük bir farkı yok. ama işte benim gözümün gördükleri bunlar. şu anda yapım aşamasında. ama yine de, buyrunuz.

Cuma, Ağustos 03, 2007

alamet kıyamet. bir de böyle deneyelim bakalım. gelişine göre.

Salı, Temmuz 31, 2007

kendini beğenmiş gönderi.

sosyal hayat bağlamında bir kediye benziyorum, evet. insanların yakınında olmaktan hoşlanıyorum, orası kesin. zaman zaman son derece sokulgan olabilsem de, her zaman çok fazla içli dışlı olmayı sevmiyorum kendileriyle. gereksiz samimiyete gelemem. ama o kadar sevimliyim ki, olur da beni sevmeyecek biri olursa, ben onu hiç sevmem. benden ürken, kaçan olursa, işte o benim merakımı cezbeder. nedenini öğrenmeden rahat edemem.

Cumartesi, Temmuz 28, 2007


gecikti biraz, biliyorum.
ama olsun.
teşhirci değil travestiyiz.

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

büyük bir azim sonucunda midemin eline vermiş bulunuyorum. midemi elime almış da olabilirim elbette. kendimi tebrik ediyorum. çok mu küfürlü konuşuyorum son zamanlarda? bundan rahatsız olan takipçilerim varsa özür diliyorum kendilerinden, bu bir dönemdir herhalde, geçecektir.

iş aramaya başlamak. işte bütün mesele bu. hem şimdi tez üzerine çalışmaya başlamam gerekiyor ya, daha uygun bir zaman olamaz.

Pazar, Temmuz 22, 2007



verdik oyumuzu ufuk hocamıza, geldik. ah bu arada, seçim yasakları nedeniyle bu konuda konuşma iznim olmayabilir tabii. saat sabahın onu çeyrek geçesi, yani aslında hala yataktan çıkma saati değil. böylelikle bir dolu şey sığdırılabilir güne. ya da yatıp biraz daha uyunabilir. hangisini yapacağımı zaman gösterecek artık.

şimdi fark ettim de, zamanında bu şarkıyı beraber söylediğim arkadaşlarımdan biriyle buluşacağım ben bugün. insan algısı ilginç biçimlerde çalışıyor. bilinçdışımızı sevelim.

(klipteki konserde ben de vardım.)

Cumartesi, Temmuz 21, 2007

evet amına koyyim. ben dünyanın en mutlu, en neşeli, en güçlü, en kendine yetebilen, en metanetli kadınıyım. öyleyim. öyle olmamın kimilerine niye bu kadar imkansız geldiğini de anlamıyorum.

hayır mutsuz olsam, bunun yüzüme vurulmasının bana ne faydası olacak, onu da anlıyor değilim. meselelerle başa çıkarken kendime ait yöntemler kullanıyor olamaz mıyım? muhabbetin dışında kalmayı kendim tercih ediyor olamaz mıyım? yüksek sesle konuşmak istemiyor olamaz mıyım? hakikaten gülümsüyor olamaz mıyım?

tek istediğim kendileriyle hoşça vakit geçirmek olan insanların tavsiyelerini dinlemek istemiyorum ben. benim için çoğu zaman, bir kucaklama, bin nasihatten yeğdir.

ondan sonra dinlerim tabii nil karaibrahimgil sabahtan akşama.


yüzümüzü asacak, halimizi soracak, falımıza bakacaklar.
şarkımızı çalacak, yanımızda kalacak, içimize doğacaklar.
uçuyoruz ne güzel kamikaze, önümüze çıkacaklar.

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

insanoğlu kuş misali.

ben bu sabah kudüs'teydim. tel aviv'e giden yolda sekiz araba birbirine girmiş, trafik kilitlenmişti. öğlen free shop'ta annem viski alırken ben golden virginia'lara bakıp iç geçirdim. öğleden sonra duşumu aldım. akşamüstü trip'te biramı yudumluyordum.

ah bir de, tuvaletlerinde taharet musluğu olmayan medeniyete ben medeniyet demem arkadaşım.

Pazar, Temmuz 15, 2007

jerusalem.





kutsal topraklara yaptığımız ziyaret dini duygularımı canlandırmak bir yana dursun, din denilen kavramdan ne kadar uzakta durursam o kadar iyi olacağına kendimi bir kez daha ikna etmeme sebep oldu. (cümle olmadı, ama siz anladınız varsayıyorum.) el aksa'nın girişinde görevliler giysilerimizi beğenmedi, ki hazırlıklı gelmiş, yanımızda kendi başörtümüzü bile getirmiştik, pantolon üstüne giymemiz için uzun etekler verdiler. bir tanesi bir de etek üstüne çarşaf giydirmeye kalkıştı bana. itiraz edince "aren't you muslims" deyip bik bik etmeye başladılar. hadi len deyip yürüdük. mescidin içinden hatırladığım tek şey dayanılmaz ayak kokusu. kadınlar yanıma gelip tişörtümle başörtüm arasında kalan açıklığı, yürümekte zorluk çektiğim için kaldırdığım eteklerin altından görünen ayak bileklerimi filan kapatmaya çalıştılar. hayatta kendimi bu kadar rahatsız hissettiğim anlar azdır.

kendimi herhangi bir gruba bağlamak istemiyorum. prensipleri olan bir insan olmak istemiyorum. ama bu cümle bile, kendi içinde bir prensip bildiriyor. alın size mis gibi paradoks. "asla kavun yemem" derken bile bir tedirginlik duyuyorum. kurallar bu kadar sıkı olmamalı. arada kavun da yenebilir belki. ama şiddetin her türlüsüne karşıyım yürekten.

ama burası güzel bir şehir. dün film festivalinde iki gösterime katıldık. biri kısa animasyonlar toplu gösterimi, diğeri ise iç burkucu bir rus filmiydi. sinematek binası muhteşem güzellikte. ne yazık ki oraya giderken fotoğraf makinemi yanıma almayı unutmuşum. hala bunun acısını çekiyorum.

ne diyordum, evet, şehirsever bir kimseyim ben. kudüs'e gelmeden önceki günlerde kaldığımız şehir dışı kasabalarda bir noktadan sonra patlama noktasında sıkıldım. burada ise çok daha iyi hissetim kendimi. ne var ki, günlerdir iletişim kurmakta olduğum insanların en genci benden 15 yaş büyük. yaşıtlarımı özledim.

yarın sabah dönüş yolculuğu. bu kadar yeter. daha fazlası sıkar. gözlerimi kapatıp, topuklarımı birbirine vurarak tekrarlıyorum: there's no place like home, there's no place like home, there's no place like home.

Perşembe, Temmuz 12, 2007

baker.

bir araya getiremeyeceğim birtakım cümleler kurmak üzereyim.
dün bir kalp masajından bahsediliyordu. çapa'da yatıyormuş. bu gece tekrar mail kutuma döndüğümde "ulus" ve "cenaze" sözcüklerinin yoğunluğundan gözlerim karardı. zaten başım ağrıyordu.

kendisiyle çok yoğun bir ilişkimiz olmadı aslında. bir dönem öğrencisi oldum yalnızca. hakkında kurduğum en son cümle ise "zor bir insan" oldu. kuramadığım iletişimin vicdan azabıydı belki.

ölüm sadece ölüleri ilgilendiren bir şeydir. öyle midir? bu konuyla ilgili meselemi henüz halledebilmiş değilim.

ben de üzgünüm.

"gerçek yalan, her şey sensin."

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

bir çeşit nostalji.


şu sıralar bir müzik dinleyicisi olarak indie'ci bir tavır içindeysem de, bu konuda ailemden aldığım terbiye, kimi başka çeşitlerden de uzak durmamamı sağlıyor.

yeni türkü'yü uzun zamandır dinlemiyordum. bu gece o uzun zamanın acısını çıkarırcasına dinliyorum. arabayla çıktığımız aile yolculuklarımızın eşlik müzikleri arasında kendilerinin de albümleri bulunurdu bol miktarda.

çok seviyormuşum meğer. ve evet, babamı çok özlüyorum zaman zaman.

Cumartesi, Haziran 30, 2007

tuhaf bir çalışma alışkanlığım var. daha doğrusu en verimli çalışmalarımı hayatımın en sıkıntılı zamanlarında gerçekleştirebiliyorum. komik biçimde en rahatlamış, gevşemiş anlarımda depresyon belirtileri gösteriyorum. canım hiçbir şey yapmak istemiyor. böyle olunca da işe koyulabilmek için kendi sıkıntımı kendim yaratmak zorunda kalıyorum. işleri son ana bırakıyorum.

bir yandan ömrümden ömür götürse de, bu taktiğin bende işe yaradığı kesin. önemli kısmını akşamdan kalma vaziyette son gece hazırladığı ödevden alınması mümkün olan en yüksek notu almış birinin şımarıklığıyla yazıyorum bu satırları. bu zaferin verdiği gazla yapıp yapmamak konusunda kararsız olduğum ödevi de yapmaya karar verdim. zaten bundan alınabilecek en düşük notu alsam bile ortalamama fazla bir zeval gelmeyecek an itibariyle.

ama hemen başlayamam şimdi. önce biraz televizyon. hem buraya bunları da yazmam gerekti. yarın akşam çekeceğim acılar için şimdiden özür diliyorum kendimden.

not: budalacığım, akademik hayatının benim sorumluluğumda olan kısmını da kurtarmış oluyorum bu durumda. heheh.

Perşembe, Haziran 21, 2007

annemin bir babaannesi vardı. (kendi babaannemi hiç görmedim.) ben 15-16 yaşlarına gelene kadar da hayattaydı. zaman zaman kendisine bakıcılık etmem gerekirdi son zamanlarında. "karnım aç ama canım hiçbir şey yemek istemiyor," deyip dururdu. anlam veremezdim. şu anda kendisini daha iyi anlıyorum sanırım.

Çarşamba, Haziran 20, 2007

procrastination.

an itibariyle postkolonyal çeviri teorisi ve bu bağlamda cyrano de bergerac'ın türkçe çevirisinin cumhuriyet dönemi türkiye'sinin nasıl da bir metaforu haline gelmiş olduğu üzerine bir yazı kaleme alıyor olmam gerekli. ama görüldüğü gibi henüz konumu bile doğru dürüst tarif edemiyorum. onun yerine yanda görmüş olduğunuz -gerekli gereksiz- banner'ları yapıştırdım blog'uma. gerçi eğlenmedim değil yaparken. eğlendim.

Perşembe, Haziran 14, 2007

ayacıklarım.

çok sevdiğim ayakkabılarım bana kazık atıyor.
her biri başka yerden vuruyor.

Çarşamba, Haziran 06, 2007

ben sarhoşken herkes sarhoşmuş gibi oluyor ya, en çok onu seviyorum.
bu cümleyi yazmak da on dakikamı filan aldı. ama yazdım.

Pazar, Mayıs 27, 2007

kızgın taşların üstündeki su damlaları -ya da öyle bir şeyler



hiçbir zaman öyle sinemayla yatıp kalkan biri olmadım, sinemanın özel ilgi alanlarımdan biri olduğum bile söylenemez. (currently i'm more of a tv person actually. zaten bunun dilime neler yaptığını gözlemlemektesiniz gayet.) sadece zaman zaman güzel filmler izlemekten hoşlanan, bu filmlerin bir kısmından da fazlasıyla etkilenen biriyim. ancak yakın geçmişte bir hafta filan gibi bir sürede okul arşivindeki françois ozon filmlerini yalayıp yuttuğum bir dönem oldu. bu da o filmlerden birinden fantastik bumbastik bir sahne işte.

en solda görmekte olduğunuz taş abla, ozon'un pek sevdiği oyunculardan ludivine sagnier olmakta. kendisi karnındaki ameliyat iziyle de birlikte, içimi bir fena yapıyor benim. bir de fransız aksanlı ingilizcesi var tabii. öhö öhöm. neyse, ben gidip biraz sex and the city seyredeyim. o da yetmezse biraz johnny depp fotoğraflarına bakarım internette.


az sonra yayınlayacağım şey için (yani sizin az önce izlemiş olduğunuz şey için) arama yaparken buldum bunu. "one thing lead to another" olayı. bulmuş olduğuma da sevindim.

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

aman aman.

iki yüz sayfalık tez yazım kılavuzu da ne oluyor. kendisi kaç sayfalık olacak ki bunun?
burada.
bu ne sıcak yahu. sıcak değil de, başka bir şey. nem.
pencere açık uyumaya hoşgeldim.

Cumartesi, Mayıs 19, 2007


"and who by fire,
who by water,
who in the sunshine,
who in the night time,
who by high ordeal,
who by common trial,
who in your merry merry month of may,
who by very slow decay
and who shall i say is calling?

and who in her lonely slip,
who by barbiturate,
who in these realms of love,
who by something blunt,
and who by avalanche,
who by powder,
who for his greed,
who for his hunger,
and who shall i say is calling?

and who by brave assent,
who by accident,
who in solitude,
who in this mirror,
who by his lady's command,
who by his own hand,
who in mortal chains,
who in power,
and who shall i say is calling?"

Perşembe, Mayıs 10, 2007

we are not amused.

no, we are not. not at all. biz kim oluyoruz ki. basbayağı ben işte. badem bıyıklı kasımpaşalılar mı, aba altından sopa gösteren komutanlar mı diye düşünmek istemiyorum. yaz sonuna susuz kalıyormuşuz, kutup ayıları boğularak ölüyormuş, bunlar benim derdim olmasın istiyorum. kendime hala bir tez konusu bulabilmiş değilim, ama bununla da sıkmak istemiyorum canımı. hiçbir şeyle ilgilenmeyeyim ben. ben uyuyayım, uyandığımda her şey çözüme ulaşmış olsun. çok akıllıyım değil mi. daha önce kimsenin aklına gelmemiştir bu. şu son kurduğum cümle de amerikan sitcom'larını gereğinden fazla izlememin bir getirisi olmalı.

her neyse. polartime usülü bitirelim bu gönderi'yi. nellie mckay söylesin hepimiz için: inner peace. i don't need this, i don't see this, all i want is inner peace. evet.
ümit besen "i love you" isimli eserinde şöyle sesleniyor: if you want me, tell me tell me, if you love me kiss me kiss me. pek sevdiğimiz babyshambles çalışması "what katy did next" ise şöyle yaklaşıyor konuya: if you love her tell her you love her, you could be kissing her soon. şimdi bu durumda pete doherty'yi intihalle suçlayabilir miyiz?

Çarşamba, Nisan 25, 2007

topluca bu toplumda bir topluluk
deneylere doğru

dilsizler ordusu, kaval sesleri
sürüler misali bir koyunluk
doğu batı arası köprüymüşüz de
sentezmişiz bir düşte satılık

biz ne suntalar ne cuntalar
flamingo yolları
science-fiction şovları
ve daha neler neler gördük
yedi kat derinde yasaklar
kelimeler bitti tükendi
muska misali bir gizlilik
ve daha neler neler

topluca bu toplumda bir topluluk
deneylere doğru

Cumartesi, Mart 31, 2007

bu dünyada t-box ürünlerinin ambalajları ve reklamları için metinler yazan, ve üstelik karşılığında para kazanan insanlar var. evet.

Cuma, Mart 30, 2007

saçlarım düzleşmeye başladı sanırım. zaten 11-12 yaşıma kadar dümdüzdü, ergenlik itibariyle kabarmaya ve kıvrılmaya başlamıştı. lise yılları itibariyle kafamdan telefon kablosu modeli bukleler sarkıyordu. sonra önce boyu kısaldı, ardından rengi değişti saçlarımın. şimdi alttan alta biçimi de değişiyor korkarım. ergenlik hormonlarıyla kıvrılan saçlarımın, ergenlik çağımın sona ermesiyle eski halini alacağı fikri kısmen anlaşılır. ama işte böyle bir şey olursa bunca yıllık alamet-i farika'm elden gidiyor demek olur bu. bir de işin artık yaşlanmaya başlamamla ilgili kısmı var ki o da gözardı edilemez.

aslında bugün için buraya yazmayı hedeflediğim şuydu: hani televizyon karşısında uyuyakalıp yatağa gittiğinizde bir türlü uyuyamazsınız ya, bu durumda uyku bir çeşit "arzu nesnesi" olarak mu kabul edilir? bence evet.

Pazar, Mart 25, 2007

vak the rock



hayatımda izlediğim belki de ilk klip. bir de yine başka bir ördekli klip olan "sen sen ol heves etme, sigaraya özenme" isimli güzide çalışma vardı. onun dışında beş yaş civarındaki müzikal dağarcığımızı zeki müren, barış manço ve michael jackson oluşturuyordu. zeki müren'in adının "zekimren" olduğunu zannettim ben onun uzun süre. kendisinin normal insan ismi taşımasını o yaşımda olmaz diye bellemişim demek ki. barış manço ve michael jackson da benzer kriterlerde değerlendirilebilir ya, her neyse.

ah evet, bir de emel sayın ve harikulade şarkısı "yıllar yorgun ben yorgun" vardı. doğru.

Pazar, Mart 04, 2007

tıpır da tıpır

gökyüzü gider ayak içini bir güzel dökmeye karar verdi sonunda. çok sevindim buna.
darısı başıma.

Cumartesi, Şubat 24, 2007

Pazar, Şubat 18, 2007

hiçbir şey yapmamanın dayanılmaz hafifliği. yeni bir saç kesiminin moralimi düzeltmesine izin vermenin gönül rahatlığı. öğleden sonra kahvaltısının mahmurluğu. uyku düzenimi değiştirmemi gerektirmeyecek bir ders programı.

güzel şeyler bunlar hep.

Salı, Şubat 13, 2007

saat 05:52.
bilgisayarımın saati öyle gösteriyor. son zamanlar için olağan bir uyanık olma saati. sabah ezanıyla uyuyup baş ağrısıyla uyanıyorum. gündüz uykusunun hediyesi.
uyandığımda saat her şey için çok geç olmuş oluyor. yani kalkıp, kahvaltı yapıp, gazetelere göz gezdirip, televizyonda birkaç dizi seyredip, bir duş almam gerektiğini düşünürsek; evden çıkıp birkaç vasıta değiştirerek, sadece benim hareketsiz hayatımı hareketli kılmaktan başka hiçbir işe yaramamak üzere tasarlanmış aletleri kullanmaya gitmek için pek vaktim kalmıyor. hem zaten, nabız sayımı yükseltiyor olsam bile, harcamakta olduğum enerjiyle elektrik üretmek gibi kutsal bir görev üstlenmiş de değilim.
televizyonda üzerinde ahşap desenleri olan bir ceket giymiş bir adam görüyorum an itibariyle. son zamanlarda televizyonda birçok şey görüyorum zaten. en çok ona baktığım için olabilir. onun dışında yiyorum bir de, bu konuyu hiç aksatmıyorum. kendi kendime vaat ettiklerimi yerine getirmiyorum. yazmayı planladığım yazılar var. okumayı planladığım kitaplar, dergiler, hatta günler öncesinden kalma gazeteler var. onun yerine pişirilebilir oyun hamuruyla küçük hediye paketleri yapmayı tercih ediyorum. o da gerekli elbette bir yerde.
geçici bir tembellik evresi yaşıyor olduğumu düşünmek istiyorum.
şimdi yatmaya gidiyorum.
saat 06:09.

Cuma, Şubat 09, 2007

daha önce hiç tanışmadığınız türden bir diş fırçası.

Cuma, Ocak 19, 2007

bu beyaz boşluk sahibim oldu
kardanadamlar dostlarım oldu
tüm bildiklerim buz olup dondu
soğuk nefesimle hep arar oldum