Salı, Şubat 22, 2011
Salı, Mart 16, 2010
Perşembe, Şubat 25, 2010
bir de isminiz anlamı çok net, cümle içinde kullanılabilecek bir sözcükse eğer, o zaman şarkı dinlerken algıda seçicilik yaşamak kaçınılmaz oluyor. hihih.
bir de yeni türkü'nün hastasıyım yahu.
Salı, Ağustos 25, 2009
Pazar, Mayıs 17, 2009
my favorite quote.
"Only kings, presidents, editors, and people with tapeworms have the right to use the editorial 'we.'" — Mark Twain
bu aralar pek başka bir şey düşünemiyorum. yakın zamanda aranıza dönmeyi umuyorum. and i wish i was a person with tapeworms. öperim.Perşembe, Mart 05, 2009
bizimki de blog mu yani.

the lake room.
adam kardeş yaşıyor. sonra bir de yazıyor. bu adam bizim yaşımızda filan. bir yandan sevgilisinden ayrılıp annesinin evine geri taşınıyor, grandma shirley'sini hastanede ziyaret ediyor, sonra gelsin gossip girl'ler, peaches geldof'lar, paul auster'lar filan. hayat, beni neden yoruyorsun diye soruyor ve ardından adam'cağızıma şu şarkıyı gönderiyorum: henüz üç yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum. kimya dawson'u bile geçtim. kıskanıyorum. kıskanıyorum.
Pazartesi, Şubat 23, 2009
matthew broderick çok mutsuz görünüyordu sjp'nin yanında. brangelina desen bitmiş. en güzel elbise adayım da miley cyrus. of evet çok sıkıldım. iyi geceler bana.
Pazar, Şubat 01, 2009
Perşembe, Eylül 18, 2008
he had it coming.
i loved alvin lipschitz
more than i can possibly say.
he was a real artistic guy...
sensitive... a painter.
but he was troubled.
he was always trying
to find himself.
he'd go out every night
looking for himself
and on the way
he found ruth,
gladys,
rosemary and irving.
i guess you can say we broke
up because or artistic differences.
he saw himself as alive
and i saw him dead!
youtube için, buradan.
Perşembe, Ağustos 21, 2008
bir sorum olacak.
Çarşamba, Ağustos 20, 2008
bu atraksiyonun en eğlenceli özelliklerinden biri de, hangi arama sözcükleriyle buralara düşüldüğünün görülebilmesi. ayrıca bunların ifşa edilmesi de pek sık rastlanan bir blog geleneği. ne var ki benim sevgili blocuğuma (ay ne şeker!!) genelde en fazla "yapboz" ya da "yap boz" hadi o da olmadı diyelim "yap-boz" diye aratıp geliyordu insanlar. ama artık ben de bir blog yazısına konu olacak kadar malzeme sahibiyim. buyrunuz benimkiler:
kendini beğenmiş yazılar (eh işte, bazıları.)
kilo vermiyorum (ben de vermiyorum evet.)
şişman kadın amı (yuh.)
koç burcu kadını (bu benim.)
gerekli şeyler blospot (aradığı ben değildim korkarım.)
çıldıracak gibi olmak (bazen olur herkese. mesela bizim alt katta tadilat var. ama yani evde duvar kalmadı muhtemelen o derece. bir yandan da deli gibi iş yetiştirmem gerek. işte o zamanki ruh halimize çıldıracak gibi olmak diyoruz.)
duvarların dili istanbul (bu hakikaten beni arayan tek kişi olabilir. ama ondan bile emin değilim.)
israille aramızdaki saat farkı (bu noktada faydalı olabilmiş olduğum için gururluyum. saat farkı yok.)
ümit besen i love you (me too.)
indeed ne demek? (bu arkadaş aynı soruyla bir daha girerse diye söylüyorum: gerçekten demek.)
don't tell me ne demek (buna yanıt vermiyorum, zaten soru işareti de yok.)
pırasayı amına soktu (ben de bi google'lıycam sanırım bunu. merak ettim cidden ne çıkacak diye.)
you haha (you haha!)
Cumartesi, Ağustos 16, 2008
Cuma, Ağustos 08, 2008
süper antropolojik gönderi.
Cuma, Haziran 27, 2008
sonra bugün, babamın en son 19 ekim 2005 günü kullanılmış bilgisayarını indirdim odama. ve açtım. ve baktım. duygu çok iğrenç bir insan, gitsin artık bu evden, istemiyorum, filan yazmamış tabii ama bir sürü şey var okuyacak. ilham alacak. ama ben ne yaptım. bilgisayarı kapadım. fare düzgün çalışmıyor çünkü. zor oluyor dosyaları açması. sonra bakarım.
Cumartesi, Haziran 14, 2008
Pazar, Mayıs 25, 2008
tell me what you don't like about yourself.
bir türlü çalışamayan bir insan olmaktan bıktım ayrıca. regresyon mudur nedir. bir yıldır ağlıyorum, aman da bıktım öğrenci olmaktan, bitsin artık, çok sıkıldım diye diye. tez yazmak yerine sosyal bilimler enstitüsüne dilekçe yazdım. ocak sonuna erteledim yine ne varsa.

Pazar, Mayıs 18, 2008
Pazar, Mayıs 11, 2008
Salı, Nisan 29, 2008
if i needed someone.
bana last.fm hatırlattı. ben de paylaşayım dedim. kısaca telefon numaranızı bırakın, biz sizi ararız diyor şarkıda. pek hoş.
Cumartesi, Nisan 26, 2008
virgüllerimden de anlayabileceğiniz üzere, evet, çeviri yapıyorum bu aralar.
Cuma, Şubat 15, 2008
beyin gücümle yeterince istersem adam green'i istanbul'a konsere getirebilirim. birer hamburger yiyebiliriz beraber.
yakında geçecektir. müsterih olunuz.
Cumartesi, Ocak 19, 2008
-artık,ben artık acı bile çekmiyorum yalnızlıktan dolayı. acı çeken yerlerim nasır tuttu kaan.
-nasıl yani?
-baya.
-biraz açar mısın?
-sanmıyorum. sanmıyorum.
nasırlarımla barışık olmak istemiyorum. nasırlarımı yumuşatıp yumuşatıp sonra aynı noktadan yara açanlarla da barışık olmak istemiyorum.
Cumartesi, Aralık 01, 2007
Cumartesi, Ekim 06, 2007
b vitamini istiyorum. b vitamini gelecek dertler bitecek zannediyorum.
otur adam sandler dinle mis gibi halbuki değil mi. işin gücün mü yok?
Perşembe, Eylül 20, 2007
şimdi izninizle, bir karaoke organizasyonunda söylemek istediğim şarkıların listesini yapacağım. buradan yetkililere duyurulur.
suede - can't get enough
velvet underground - walk on the wild side
adam green - hard to be a girl
lily allen - littlest things (hiçbir mesaj kaygısı yok, yalnızca "ay kant şeayk döös memoriiiz" demek istiyorum ingiliz ingiliz.)
green day - dominated love slave (hmm, bunu mümkünse daha samimi bir arkadaş grubu içerisinde söyleyeyim, aksi takdirde başım ciddi belaya girebilir.)
ümit besen - ıslak mendil (bunu yaptım daha önce, evet.)
fiona apple - paper bag
the ditty bops - angel with an attitude
the beatles - lucy in the sky with diamonds
pulp - live bed show
barry manilow - copacabana
şimdilik aklıma gelenler bunlar. zaten tüm bunları repertuarında bulunduran bir mekan bulmak da kolay olmayacaktır muhtemelen. sevgilerimle.
Perşembe, Ağustos 23, 2007
Cumartesi, Ağustos 04, 2007
duvarların dili.

Duvarların boş kalması memnuniyet verici bir durum değildir aslında. Evimiz duvarlarında posterler, fotoğraflar, tablolar asılı olduğu ölçüde kişiselleşir. Eve “yaşanmışlık” kazandırmanın bir yoludur bu.
Evin dışı için de aynı şey geçerli değil midir peki? Sokaklardaki duvarlar, boyalı ve tertemizken mi; yoksa afişler, resimler, karalamalar ve yazılarla donatılmışken mi daha fazla ipucu verirler bulundukları yerde sürmekte olan yaşam hakkında? İpucu vermenin ötesinde, güzel görünme, yaşama renk katma ihtimalleri yok mudur o yazılı çizili duvarların? İnsan neden duvara yazı yazar, başka birisi buna neden izin vermek istemez?
(...)
Küçük çocukların boya kalemlerini resim defteri yerine duvar üzerinde kullanmayı tercih etmeleri ve ailelerin buna verdikleri tepkiler benzetilebilir belki bu duruma. İzin vermek ya da vermemek gibi iki tercih söz konusudur: ya yaşadığınız evi çocuklarınızla paylaştığınızı sonuna kadar kabullenip onlara sonsuz ifade hakkı tanıyacaksınızdır, ya da evde kuralları birinin koyduğunu ve bu kurallara göre istedikleri her şeyi yapmalarının mümkün olmadığını onlara kabul ettireceksinizdir. Kabul ederlerse ederler, etmezlerse etmezler. Kabul etmiş gibi görünüp sizin fark etmediğiniz gizli saklı köşelerde işlerine devam ediyor olmaları ise kuvvetle muhtemeldir.
"gündelik hayat sosyolojisi" dersi için yazdığım graffiti yazısından alındı yukarıdaki satırlar. bir duyurum var. üniversiteyi bitirme projem için pendik'te çalışırken başladığım blog'umu, kapsamı daha geniş bir şey haline getirmeye karar verdim. elbette ki internet üzerindeki bir dolu emsalinden çok büyük bir farkı yok. ama işte benim gözümün gördükleri bunlar. şu anda yapım aşamasında. ama yine de, buyrunuz.Salı, Temmuz 31, 2007
kendini beğenmiş gönderi.
Pazartesi, Temmuz 23, 2007
iş aramaya başlamak. işte bütün mesele bu. hem şimdi tez üzerine çalışmaya başlamam gerekiyor ya, daha uygun bir zaman olamaz.
Pazar, Temmuz 22, 2007
verdik oyumuzu ufuk hocamıza, geldik. ah bu arada, seçim yasakları nedeniyle bu konuda konuşma iznim olmayabilir tabii. saat sabahın onu çeyrek geçesi, yani aslında hala yataktan çıkma saati değil. böylelikle bir dolu şey sığdırılabilir güne. ya da yatıp biraz daha uyunabilir. hangisini yapacağımı zaman gösterecek artık.
şimdi fark ettim de, zamanında bu şarkıyı beraber söylediğim arkadaşlarımdan biriyle buluşacağım ben bugün. insan algısı ilginç biçimlerde çalışıyor. bilinçdışımızı sevelim.
(klipteki konserde ben de vardım.)
Cumartesi, Temmuz 21, 2007
hayır mutsuz olsam, bunun yüzüme vurulmasının bana ne faydası olacak, onu da anlıyor değilim. meselelerle başa çıkarken kendime ait yöntemler kullanıyor olamaz mıyım? muhabbetin dışında kalmayı kendim tercih ediyor olamaz mıyım? yüksek sesle konuşmak istemiyor olamaz mıyım? hakikaten gülümsüyor olamaz mıyım?
tek istediğim kendileriyle hoşça vakit geçirmek olan insanların tavsiyelerini dinlemek istemiyorum ben. benim için çoğu zaman, bir kucaklama, bin nasihatten yeğdir.
ondan sonra dinlerim tabii nil karaibrahimgil sabahtan akşama.
yüzümüzü asacak, halimizi soracak, falımıza bakacaklar.
şarkımızı çalacak, yanımızda kalacak, içimize doğacaklar.
uçuyoruz ne güzel kamikaze, önümüze çıkacaklar.
Pazartesi, Temmuz 16, 2007
insanoğlu kuş misali.
ah bir de, tuvaletlerinde taharet musluğu olmayan medeniyete ben medeniyet demem arkadaşım.
Pazar, Temmuz 15, 2007
jerusalem.




kutsal topraklara yaptığımız ziyaret dini duygularımı canlandırmak bir yana dursun, din denilen kavramdan ne kadar uzakta durursam o kadar iyi olacağına kendimi bir kez daha ikna etmeme sebep oldu. (cümle olmadı, ama siz anladınız varsayıyorum.) el aksa'nın girişinde görevliler giysilerimizi beğenmedi, ki hazırlıklı gelmiş, yanımızda kendi başörtümüzü bile getirmiştik, pantolon üstüne giymemiz için uzun etekler verdiler. bir tanesi bir de etek üstüne çarşaf giydirmeye kalkıştı bana. itiraz edince "aren't you muslims" deyip bik bik etmeye başladılar. hadi len deyip yürüdük. mescidin içinden hatırladığım tek şey dayanılmaz ayak kokusu. kadınlar yanıma gelip tişörtümle başörtüm arasında kalan açıklığı, yürümekte zorluk çektiğim için kaldırdığım eteklerin altından görünen ayak bileklerimi filan kapatmaya çalıştılar. hayatta kendimi bu kadar rahatsız hissettiğim anlar azdır.
kendimi herhangi bir gruba bağlamak istemiyorum. prensipleri olan bir insan olmak istemiyorum. ama bu cümle bile, kendi içinde bir prensip bildiriyor. alın size mis gibi paradoks. "asla kavun yemem" derken bile bir tedirginlik duyuyorum. kurallar bu kadar sıkı olmamalı. arada kavun da yenebilir belki. ama şiddetin her türlüsüne karşıyım yürekten.
ama burası güzel bir şehir. dün film festivalinde iki gösterime katıldık. biri kısa animasyonlar toplu gösterimi, diğeri ise iç burkucu bir rus filmiydi. sinematek binası muhteşem güzellikte. ne yazık ki oraya giderken fotoğraf makinemi yanıma almayı unutmuşum. hala bunun acısını çekiyorum.
ne diyordum, evet, şehirsever bir kimseyim ben. kudüs'e gelmeden önceki günlerde kaldığımız şehir dışı kasabalarda bir noktadan sonra patlama noktasında sıkıldım. burada ise çok daha iyi hissetim kendimi. ne var ki, günlerdir iletişim kurmakta olduğum insanların en genci benden 15 yaş büyük. yaşıtlarımı özledim.
yarın sabah dönüş yolculuğu. bu kadar yeter. daha fazlası sıkar. gözlerimi kapatıp, topuklarımı birbirine vurarak tekrarlıyorum: there's no place like home, there's no place like home, there's no place like home.
Perşembe, Temmuz 12, 2007
baker.
dün bir kalp masajından bahsediliyordu. çapa'da yatıyormuş. bu gece tekrar mail kutuma döndüğümde "ulus" ve "cenaze" sözcüklerinin yoğunluğundan gözlerim karardı. zaten başım ağrıyordu.
kendisiyle çok yoğun bir ilişkimiz olmadı aslında. bir dönem öğrencisi oldum yalnızca. hakkında kurduğum en son cümle ise "zor bir insan" oldu. kuramadığım iletişimin vicdan azabıydı belki.
ölüm sadece ölüleri ilgilendiren bir şeydir. öyle midir? bu konuyla ilgili meselemi henüz halledebilmiş değilim.
ben de üzgünüm.
"gerçek yalan, her şey sensin."
Çarşamba, Temmuz 04, 2007
bir çeşit nostalji.

şu sıralar bir müzik dinleyicisi olarak indie'ci bir tavır içindeysem de, bu konuda ailemden aldığım terbiye, kimi başka çeşitlerden de uzak durmamamı sağlıyor.
yeni türkü'yü uzun zamandır dinlemiyordum. bu gece o uzun zamanın acısını çıkarırcasına dinliyorum. arabayla çıktığımız aile yolculuklarımızın eşlik müzikleri arasında kendilerinin de albümleri bulunurdu bol miktarda.
çok seviyormuşum meğer. ve evet, babamı çok özlüyorum zaman zaman.
Pazartesi, Temmuz 02, 2007
Pazar, Temmuz 01, 2007
Cumartesi, Haziran 30, 2007
bir yandan ömrümden ömür götürse de, bu taktiğin bende işe yaradığı kesin. önemli kısmını akşamdan kalma vaziyette son gece hazırladığı ödevden alınması mümkün olan en yüksek notu almış birinin şımarıklığıyla yazıyorum bu satırları. bu zaferin verdiği gazla yapıp yapmamak konusunda kararsız olduğum ödevi de yapmaya karar verdim. zaten bundan alınabilecek en düşük notu alsam bile ortalamama fazla bir zeval gelmeyecek an itibariyle.
ama hemen başlayamam şimdi. önce biraz televizyon. hem buraya bunları da yazmam gerekti. yarın akşam çekeceğim acılar için şimdiden özür diliyorum kendimden.
not: budalacığım, akademik hayatının benim sorumluluğumda olan kısmını da kurtarmış oluyorum bu durumda. heheh.
Perşembe, Haziran 21, 2007
Çarşamba, Haziran 20, 2007
procrastination.
Perşembe, Haziran 14, 2007
Çarşamba, Haziran 06, 2007
Pazar, Mayıs 27, 2007
kızgın taşların üstündeki su damlaları -ya da öyle bir şeyler
hiçbir zaman öyle sinemayla yatıp kalkan biri olmadım, sinemanın özel ilgi alanlarımdan biri olduğum bile söylenemez. (currently i'm more of a tv person actually. zaten bunun dilime neler yaptığını gözlemlemektesiniz gayet.) sadece zaman zaman güzel filmler izlemekten hoşlanan, bu filmlerin bir kısmından da fazlasıyla etkilenen biriyim. ancak yakın geçmişte bir hafta filan gibi bir sürede okul arşivindeki françois ozon filmlerini yalayıp yuttuğum bir dönem oldu. bu da o filmlerden birinden fantastik bumbastik bir sahne işte.
en solda görmekte olduğunuz taş abla, ozon'un pek sevdiği oyunculardan ludivine sagnier olmakta. kendisi karnındaki ameliyat iziyle de birlikte, içimi bir fena yapıyor benim. bir de fransız aksanlı ingilizcesi var tabii. öhö öhöm. neyse, ben gidip biraz sex and the city seyredeyim. o da yetmezse biraz johnny depp fotoğraflarına bakarım internette.
Çarşamba, Mayıs 23, 2007
aman aman.
burada.
Cumartesi, Mayıs 19, 2007

who by water,
who in the sunshine,
who in the night time,
who by high ordeal,
who by common trial,
who in your merry merry month of may,
who by very slow decay
and who shall i say is calling?
and who in her lonely slip,
who by barbiturate,
who in these realms of love,
who by something blunt,
and who by avalanche,
who by powder,
who for his greed,
who for his hunger,
and who shall i say is calling?
and who by brave assent,
who by accident,
who in solitude,
who in this mirror,
who by his lady's command,
who by his own hand,
who in mortal chains,
who in power,
and who shall i say is calling?"
Perşembe, Mayıs 10, 2007
we are not amused.
her neyse. polartime usülü bitirelim bu gönderi'yi. nellie mckay söylesin hepimiz için: inner peace. i don't need this, i don't see this, all i want is inner peace. evet.
Çarşamba, Nisan 25, 2007
deneylere doğru
dilsizler ordusu, kaval sesleri
sürüler misali bir koyunluk
doğu batı arası köprüymüşüz de
sentezmişiz bir düşte satılık
biz ne suntalar ne cuntalar
flamingo yolları
science-fiction şovları
ve daha neler neler gördük
yedi kat derinde yasaklar
kelimeler bitti tükendi
muska misali bir gizlilik
ve daha neler neler
topluca bu toplumda bir topluluk
deneylere doğru
Pazartesi, Nisan 09, 2007
Pazar, Nisan 01, 2007
Cumartesi, Mart 31, 2007
Cuma, Mart 30, 2007
aslında bugün için buraya yazmayı hedeflediğim şuydu: hani televizyon karşısında uyuyakalıp yatağa gittiğinizde bir türlü uyuyamazsınız ya, bu durumda uyku bir çeşit "arzu nesnesi" olarak mu kabul edilir? bence evet.
Pazar, Mart 25, 2007
vak the rock
hayatımda izlediğim belki de ilk klip. bir de yine başka bir ördekli klip olan "sen sen ol heves etme, sigaraya özenme" isimli güzide çalışma vardı. onun dışında beş yaş civarındaki müzikal dağarcığımızı zeki müren, barış manço ve michael jackson oluşturuyordu. zeki müren'in adının "zekimren" olduğunu zannettim ben onun uzun süre. kendisinin normal insan ismi taşımasını o yaşımda olmaz diye bellemişim demek ki. barış manço ve michael jackson da benzer kriterlerde değerlendirilebilir ya, her neyse.
ah evet, bir de emel sayın ve harikulade şarkısı "yıllar yorgun ben yorgun" vardı. doğru.
Cumartesi, Mart 17, 2007
Pazar, Mart 04, 2007
tıpır da tıpır
darısı başıma.
Pazar, Şubat 18, 2007
Salı, Şubat 13, 2007
bilgisayarımın saati öyle gösteriyor. son zamanlar için olağan bir uyanık olma saati. sabah ezanıyla uyuyup baş ağrısıyla uyanıyorum. gündüz uykusunun hediyesi.
uyandığımda saat her şey için çok geç olmuş oluyor. yani kalkıp, kahvaltı yapıp, gazetelere göz gezdirip, televizyonda birkaç dizi seyredip, bir duş almam gerektiğini düşünürsek; evden çıkıp birkaç vasıta değiştirerek, sadece benim hareketsiz hayatımı hareketli kılmaktan başka hiçbir işe yaramamak üzere tasarlanmış aletleri kullanmaya gitmek için pek vaktim kalmıyor. hem zaten, nabız sayımı yükseltiyor olsam bile, harcamakta olduğum enerjiyle elektrik üretmek gibi kutsal bir görev üstlenmiş de değilim.
televizyonda üzerinde ahşap desenleri olan bir ceket giymiş bir adam görüyorum an itibariyle. son zamanlarda televizyonda birçok şey görüyorum zaten. en çok ona baktığım için olabilir. onun dışında yiyorum bir de, bu konuyu hiç aksatmıyorum. kendi kendime vaat ettiklerimi yerine getirmiyorum. yazmayı planladığım yazılar var. okumayı planladığım kitaplar, dergiler, hatta günler öncesinden kalma gazeteler var. onun yerine pişirilebilir oyun hamuruyla küçük hediye paketleri yapmayı tercih ediyorum. o da gerekli elbette bir yerde.
geçici bir tembellik evresi yaşıyor olduğumu düşünmek istiyorum.
şimdi yatmaya gidiyorum.
saat 06:09.
Cuma, Ocak 19, 2007
Pazartesi, Kasım 27, 2006
Perşembe, Kasım 23, 2006
kilo vermiyorum.
evet. böyle. fırtınalı bir hayatım olduğunu iddia edemem. en azından şu sıralar.
Salı, Ekim 31, 2006
Pazar, Eylül 03, 2006
koç burcu kadını
Perşembe, Haziran 08, 2006
tek taşını kendi almış!

ben ilk baştan kıllanmıştım. nil karaibrahimgil'den herkes kadar nefret etmeyen biri olarak bu şarkıda ters olan bir şeyler olduğunu düşünmüştüm. buraya da yazmak istemiş, ama sonra üşenmiştim. diyecektim ki, madem maddi özgürlükten dem vurmak istiyor, niçin cipimi kendim aldım diye şarkı yazmamış? bu tek taş da neyin nesi diyecektim, yoksa carrie bradshaw'a özenmiş de kendi kendine evlenmeye mi karar vermiş? ya da artık orta yaş buhranları mı yaşıyor, fikirlerini gözden geçirip, pilav yapmanın, efendime söyleyeyim çocuk bakmanın o kadar da istemediği şeyler olmayabileceğini mi düşünüyor? sonuç itibariyle kendisi dünyanın kaç bucak olduğunu gezmiş görmüş özgür bir kadın, her istediğini düşünebilir.
ancak, işin rengi değişiyor, az sonra! evet, müsaadenizle cosmo'dan aldığımız bir haberi bildiriyoruz şimdi:
"bir kadının en iyi arkadaşı... yeryüzünün mucizesi... güç sembolü... ölümsüz aşkın ifadesi... tanrı'nın armağanı...
insanoğlu elması, bu ve benzeri pek çok tanımla anlatmaya çalıştı. bu yaz güney afrika'da başlayacak olan reklam kampanyasında ise pırlanta bambaşka bir kılığa giriyor. 'dünya kadınları sağ elinizi kaldırın' sloganıyla başlayan kampanyada bağımsız kadının kendine aldığı tek taşı, sağ elinin yüzük parmağına takması işleniyor. türkiye'de yaptığı 'pırlanta' şarkısıyla nil karaibrahimgil de bu akımın temsilcilerinden. o da 'tek taşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım' diyor şarkısında."
şimdi bu noktada hala "aa ne güzel, destek!" diyenleriniz var mı bilmem ama işte adı üstünde, reklam kampanyası. bildiğiniz gibi nil hanım kızımızın mesleği de reklamcılık. yani anlayacağınız kendisi feminist bir akımın temsilciliğini yapmıyor, güney afrika'daki elmas madenlerinin işletmecilerinin müşteri portföylerine bekar bağımsız kadınları da katma çabalarına yardımcı oluyor. bunu da iyilik olsun diye yapmıyor elbette. bu arada türk cosmo'sunun genel yayın yönetmeni güney afrika'ya davet edilerek onun da bu konu hakkında bir yazı kotarması sağlanıyor. evet evet, organize işler bunlar.
mazhar fuat özkan'ın sarı laleler şarkısının çıkışıyla istanbul büyükşehir belediyesi'nin lale devri hareketinin birbirine tesadüf etmesi şimdi ne kadar naif görünüyor, değil mi?
Cumartesi, Nisan 29, 2006
uh-huh oh-yeh!

13 temmuz 2006'da, harbiye açıkhava tiyatrosu'nda. bu adam çok başka. hayatımda çok konser kaçırdım. nick cave'de tatilden dönüyordum, elvis costello'da tatildeydim, ian brown konserinin olduğu gece kuzenim sözlendi (evet sözlenmek), manu chao için param yoktu. bu sefer imkanları ciddi biçimde zorlayacağım. bu adamı dünya gözüyle göreceğim. pulp'la beraber hayatımda izlediğim en iyi konser olacak, buna eminim.
Perşembe, Nisan 20, 2006
Salı, Mart 07, 2006
Perşembe, Şubat 23, 2006
Çarşamba, Şubat 22, 2006
yakında okul başlayacak. ne zaman bittiğini anlayamadan daha tuhaf yeni sıkıntılarla ensemde olacak yani. bir yandan da heyecan verici olduğu inkar edilemez gerçi. transkriptime ve özgeçmişime eklenebilecek yeni bir paye kazanmak üzereyim üstelik.
söylemek istediklerim şimdilik bu kadar. belki sonra tekrar.
Pazar, Şubat 19, 2006
Çarşamba, Ocak 25, 2006
Pazartesi, Ocak 02, 2006
gerekli şeyler
dinlemek gerek
hem dinlemek hem söylemek
konuşmak gerek
dokunmak gerek
öpüşmek gerek
hem öpüşmek hem dokunmak
sevişmek gerek
gelmek gerek
gitmek gerek
hem gitmek hem gelmek
görüşmek gerek
atlamak gerek
sıçramak gerek
hem sıçramak hem atlamak
oynamak gerek
doğmak gerek doğmak gerek
ölmek gerek ölmek gerek
hem ölmek hem doğmak
yaşamak gerek
Pazar, Ocak 01, 2006
Pazartesi, Aralık 26, 2005
Boş durmak boş koşmaktan yararlı
Hoş tutmak gönlü, yas tutmaktan çok zormuş
Yaşlanmak her dökülen yaprağın arkasından ağlamak gibidir
Hayatta erken emeklilik seçim değildir, kadere bağlıdır
Yazgıdır
Hayat ince bir çizgi, narin bir çalgıdır
Yüzlerce yıl emek veren insanin
Hasat zamanı ölü tohumları mıdır?
Her güne yeni umutlarla açılan gözler
Yalanlarla aldatılan gözler
Dolanlarla ağlatılan gözler
Bir güzel sözle güler
Akıtılan her damla ter yok oluşu engeller
Negatif değillerse, art niyetli değillerse eğer, bu böyle
Devam eder
Dilediğim her şey olmuyor
Çabalar bazen çok nafile
Nargilenin dumanına benzer hayallerim
Sadece beni zehirler ve uçup gider
Kafileler gibidir insanlar
Bazen seni seyreder giderler
Herkes kendine paha biçmiş
Bende karşılıksız bir çek
Emeklerim dostluktan yana, ama olmuyor !
Anneme sordum niçin böyle
Ama baktım o da ağlıyor
Kanadımı kırdılar uçamadım anne
Savaşa soktular koşturdum
Kalbini açamayan herkesin aklına
Eğriyi doğruyu ben soktum
Sonbaharda dökülen yapraktım
İlkbaharda geri geldim ben
Aileme dostuma selamlar olsun
Gökkuşağındaki bir rengim ben
Çarşamba, Aralık 21, 2005
hakkımda birtakım bilinmeyen gerçekleri açıklıyorum.*
-12 yaşıma kadar saçlarım pırasa gibiydi. dolayısıyla günün birinde mavi gözlü olamayacağıma kimse inandıramaz beni.
-sol elimin işaret parmağının iç tarafında kallavi bir ben var.
-i scream for ice cream.
-eskiden en sevdiğim renk kırmızıydı. artık sarı ve kahverengi hariç her rengi en sevdiğim renk kategorisine sokabiliriz.
-kalemkutum her zaman ağzına kadar doludur ama çoğu zaman sadece bir tek kalemle idare ederim.
-kalemi sağ elle, makası sol elle tutarım. yemek yerken hangi elimi kullandığımın bir önemi yoktur. sigara içerken de öyle.
-pek titiz değilimdir ama lavabodaki saç tellerine dayanamam.
-yaz mevsiminde kışı, kış mevsiminde yazı özlerim.
-adımı az kalsın deniz üstünde doğacak olduğum için deniz, nisan ayında doğduğum için nisan koymayı düşünmüşler ama sonra vazgeçmişler.
-liste yapmaya bayılırım.
-belirsizliğe katlanamam.
-fight club'ı ve matrix'i televizyonda izledim. seven'ı hala izlemiş değilim.
-toplardan çok korkarım. beden eğitimi dersleri travmatik anılardır benim için.
-denizden babam çıksa yerim. ama artık biraz zor çıkar :/
-sitcom seyrederken kondüsyon bisikletine binerek ciddi form tutmuşluğum var.
-çocukken limon kolonyası içer, mavi tenekedeki nivea kremlerinden yerdim. hala hayattayım buna rağmen.
-11 yaşındayken evden kaçmaya niyetlendiğim gecenin gününde annemle alışverişe gitmiş olduğum için sanırım, becerememiştim bunu.
-kırtasiye manyağıyım. nezih ve kabalcı'ya gömdüğüm paralarla belki de kendime süper jet bir bilgisayar alabilirdim.
-kolay ikna olurum.
-sivilce sorunumu hala daha yenebilmiş değilim.
-iflah olmaz bir procrastinator'um ve bu sözcük için türkçe bir karşılık bulmak istiyorum bir ara.
*:hadi len.
ernie, my man.

susam sokağı'nda edi bir gün öykü yazmaya heveslenir. hemen alır defterini, kalemini, kalemtraşını silgisini dizer masanın üstüne. sözlüğünü şusunu busunu hazırlar. hepsini teker teker sever okşar bir güzel. sonra arkası silgili sarı kurşun kalemlerinin her birinin ucunu açar. sıra öyküyü yazmaya gelmiştir ama bir türlü başlayamaz. bir sürü kağıt buruşturulup çöp sepetini boylar.
o benim işte.
Pazartesi, Aralık 19, 2005
bu yaştan sonra "loser" rozeti takacak değilim elbette, ancak radyoda "kaybedenler kulübü" yayınlanıyor deseler ne de güzel dinlerim ben onu.
Cumartesi, Aralık 17, 2005
Cuma, Aralık 02, 2005
ben bugün öteki istanbul'a gittim.
Salı, Kasım 15, 2005
Cumartesi, Ekim 29, 2005
babama ne olmuş
Salı, Ekim 11, 2005
let the sunshine in.
Cumartesi, Ekim 08, 2005
her şey olması gerektiği gibi. muhtaç olduğum kudrete de sahibim. bu iyi.
Pazar, Ekim 02, 2005
metamorphosis

dünyayı değiştirmeye gerek yok, dünya sürekli değişme halinde. mesele onu sürekli memnun kalabilecek bir hale getirmek. dünyayı üzerimize uydurabilmek için sürekli kendimizi değiştiriyoruz aslında, öteki türlüsü mümkün olmadığı için. genç olmakla ilgili olan mesele de bu: sürekli değişerek, deyim yerindeyse kendini gerçekleştirmek. bunu başarırsak dünya için de iyi bir şey yapmış oluruz zaten. "bütün olmak parça olmaktır" çünkü ilk başta, ne kadar sağlam bir parça yaratırsak, bütünün sağlamlığını o kadar garantileriz. süreç, güzeldir. bu süreci paylaşmak faydalıdır. ilham vericidir, umut vericidir. kelebek olmadan önce tırtıl olmak gereklidir. kelebek kısa ömürlü olsa da güzeldir. zaten onu değerli kılan, kelebek olana kadar katlandıklarıdır.
(hiç gerçekleşmemiş bir radyo programının "manifesto"sunun tasarısıydı bu.)